15 milyona yaklaşan İstanbul Nüfusu, Kocaeli, Tekirdağ ve Kırklareli ile komşu olan ve Marmara Bölgesinde Marmara denizi ve Karadeniz arasında bir yarımadadır İstanbul. Adına her dilde şiirler,metinler yazılan her dönemde kitit bir merkez olan kaç tane şehir vardır? Dünyada. Gerek coğrafi konumu,gerek tarihi,gerek mimarisi ile yüzyıllar boyunca Dünya merkezi olmuş ve günüzdede Dünya başkentlerinden olma özelliği taşır İstanbul.Asya ve Avrupa kıtalırını Boğaz Köprüsü,Fatih Sultan Mehmet Köprüsü,Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve son yılların en büyük projesi olan Marmaray ile birbirine bağlayan efsahe şehir İstanbul için;Napoleon Bonaparte´ın da dediği gibi ´´Dünya bir ülke olsaydı başkenti İstanbul olurdu´´ sözü bile coğrafi ve stratejik konumunu açıkça belirtmektedir.Yıllar boyunca büyük İmparatorlullara ev sahipliği yapan,dinlerin,dillerin,ırkların şehri olan İstanbul Türkiye´nin ve Avrupanın da en kalabalık şehridir.
Tarihi mekanlarınıda İstanbul otelleri ve konaklama yerleri ile birleştirince Türkiye’nin en önde gelen turizm merkezlerinden biri olmuştur. Türkiye’ye gelen yabancı turistlerin büyük bir bölümü İstanbul’dan giriş yapmakta olduğundan İstanbul´un Tatil yerleri de oldukça önem arz etmektedir. Yıllar boyu bir çok medeniyetin uğrağı olan İstanbul gezilecek yerler listemiz bir hayli kabarık olacaktır.
Hadi hep beraber İstanbul şehrinin güzelliklerine birlikte göz atalım.
Taksim Meydanı, İstanbul´un Beyoğlu ilçesinde yer alan ve İstanbul kentinin en ünlü noktalarından biri olan meydan. Çevresindeki lokanta, mağaza, otel, eğlence ve kültür yerleriyle İstanbul´un en büyük turistik çekim merkezinden biridir. Taksim semti ve meydanı adını, eskiden Galata-Beyoğlu suyunun "taksim edildiği", Taksim Maksemi`nden almıştır.
Meydan olmadan önce, eski evlerin sıralandığı dar bir bölge olan semt, meydan haline getirilip genişletildikten sonra zamanla bugünkü görünümünü almıştır. Meydanın ortasındaki Cumhuriyet Anıtı ve çevresi bugün tören yeri olarak kullanılıyor ve buluşma yeri işlevini üstleniyor.Meydanın başlangıcından Tünel`e kadar nostaljik tramvay çalışır.
Taksim aynı zamanda kültür,eğlence ve büyük bir alışveriş merkezidir.Çok sayıda mağaza, sinema ve tiyatro salonu, sanat atölyeleri, sergi salonları, bar, disko, kafe barındırır. Özellikle haftasonları Taksim`de 24 saat hareket vardır. Meydanın girişinde bulunan dönercilerin (bazıları haftaiçi de dahil olmak üzere)çoğu haftasonu tüm gün açıktır. Saat 05.00`e kadar geceklüpleri kapanmaz. Meydanın yakınlarında bulunan taksiler ile günün her saati ulaşım sağlanır.
İstiklal Caddesi, İstanbul´un en eski semtlerinden biri olan Beyoğlu´nun merkezinde bulunan cadde. 1927´den önceki ismi Büyük Cadde anlamına gelen Cadde-i Kebir idi. Cadde boyunca mağazalar sıralanmaktadır.Dokusu ve insanlarıyla Türkiye ve İstanbul‘un aynası konumunda İstiklal Caddesi. Kente ilk kez gelenlerin mutlaka uğradıkları, keyfine düşkün gezginlerin mekânlarına akın ettikleri caddenin günümüzde bu durumda olmasında, ticari ve sosyal yönden hareketli tarihinin payı oldukça fazladır.
İstiklal Caddesi
İstiklal Caddesi Cumhuriyet´ten önceki ismi Cadde-i Kebir olan bu cadde, İstanbul´un en eski semtlerinden biri olan Beyoğlu´nun merkezi sayılabilir. Taksim Meydanı´ndan başlayarak Tünel´e kadar devam eden cadde, İstanbul´un en hareketli caddelerinden biridir. Caddenin bulunduğu bölgede (Beyoğlu) çeşitli kültür sanat faliyetlerinin mekanları yer alır.
İhtişamıyla ve mimarisiyle büyüleyen Topkapı Sarayı; İstanbul´da görülmeden geçilmemesi gereken tarihi mekanların başında yer alır. 1478 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Topkapı Sarayı, 400 yıl boyunca Osmanlı padişahlarının yaşadığı ve devleti idare ettikleri ana merkez görevini üstlenmiş, tarihe tanıklık etmiştir. Abdülmecit döneminde ziyarete açılan Topkapı Sarayı günümüzde de ziyaretçilerini ağırlamakta, gizemi ve Osmanlı tarihi ve mimarisine ait taşıdığı izlerle turistlerin ilgi odağı olmaktadır.
Topkapı Sarayı dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişi Topkapı Sarayıdır. İstanbul´da Sarayburnu sırtlarında yaklaşık 400 yıl Osmanlı Devletinin idare merkezi olan saray. Sultanahmed ile Haliç ve Boğaz sahilini kaplıyordu. Asıl alanı 700.000 m2 kadardı. İnşasına Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) zamanında 1465 yılında başlandı. Osmanlı teşrifatında ilk adı “Saray-ı Cedid-i Âmire” olup, “Yeni saray” demekti. Fatih, sarayın tek binadan değil, birçok köşk ve dairelerden meydana gelmesini istiyordu. Saray inşaatına bu istek üzerine başlandı. Osmanlılar devrinde devamlı ilave ve tadilat yapılıp, genişletilerek, ihtiyaca cevap verilecek hale getirildi. Sultan İkinci Mahmud zamanında, 1825 yılında ahşap olarak “Topkapı Sarayı” adıyla yeni bir saray yapıldı. Bütün yeni saraya“Topkapı Sarayı” denildi. Yangınlar ve demiryolu inşaatı sebebiyle pekçok köşk ve daire tahrip olup, yıkıldı. Atatürk´ün emri ile 3 Nisan 1924´den beri müze olarak kullanılmaktadır. Konumu Haliç´i , Boğaziçi´ni ve Marmara denizi gören, çok gözel manzaralı, İstanbul´un ilk kuruluş yeri olan bilinen akropol tepesidir.
Ayasofya, (İngilizce Hagia Sophia, Yunanca Αγ?α Σοφ?α) İstanbul´da eski bir doğu kilisesi 1453 yılında İstanbul´un fethi ile camiye dönüştürüldü (Osmanlı da Fethiye Camii olarak adlandırılmıştır) 1935 yılında Atatürk´ün emri ile müzeye dönüştürülmüştür.
Daha yapıldığı ilk yıllardan itibaren ihtişamı ve “erişilmez bir sınırsızlığı” temsil eden kubbesiyle herkesi şaşırtıp büyüleyen Ayasofya, 916 yıl boyunca kilise, 481 yıl da cami olarak hem Hıristiyanlığın, hem de Müslümanlığın hizmetinde bulundu. İlk yapıldığında Büyük Kilise (Megale Ekklesia) denilen bu muhteşem yapıt, Kutsal Bilgelik’e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanınır, Fetih’ten sonra ise Ayasofya olarak anılmaya başlanır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisi ve Bakanlar Kurulu’nun kararıyla 1935 yılında müze olarak tüm insanlığın ziyaretine açılan Ayasofya, Bizans İmparatoru İustinianos tarafından 532-537 yılları arasında yaptırıldı.
Sultanahmet Camii Mavi Cami olarakta bilinir. İstanbul´da bugünkü Sultanahmet semtinde Sultan Birinci Ahmed tarafından yaptırılan cami; medrese, darülkurra, sıbyan mektebi, türbe, arasta, dükkanlar, hamam, darüşşifa, imaret ve üç sebilden oluşmaktadır. 1609-1620 yılları arasında Mimar Sedefkar Mehmed Ağa tarafından yapılmıştır.Sultanahmet Camii Mavi Cami olarakta bilinir.
İstanbul´da bugünkü Sultanahmet semtinde Sultan Birinci Ahmed tarafından yaptırılan cami; medrese, darülkurra, sıbyan mektebi, türbe, arasta, dükkanlar, hamam, darüşşifa, imaret ve üç sebilden oluşmaktadır. 1609-1620 yılları arasında Mimar Sedefkar Mehmed Ağa tarafından yapılmıştır. Duvarlarla çevrili bir dış avlunun içinde yer alan cami, her ikiside kareye yakın planlı bir ibadet mekanı ile bir şadırvan avlusundan oluşur. İbadet mekanını örten yirm iki metre çapındaki ortak kubbe dört yandan yarım kubblerle çevrilmiş, boş kalan dört köşeye de birer küçük kubbe getirilerek tam bir merkezi plan şeması oluşturulmuştur. Büyük kubbeyi taşıyan kemerlerin oluşturduğu daire kesitli dört fil ayağı dilimli yapılarak kalınlık etkisinin azaltılmasına çalışılmıştır. Kubbeye geçiş büyük pandantiflerle sağlanmıştır. Caminin duvarları, ikinci pencere sırasına kadar mavi rengin egemen olduğu çinilerle kaplıdır. Duvarların ve filayaklarının yarıdan yukarısı, kemelerin, pandantiflerin, yarım kubbelerin ve büyük kubbenin içi gene mavi ağırlıklı kalem işleri ile bezenmiştir. Bu yüzden cami, özellikle Avrupalılar arasında Mavi Camii olarak bilinir.
Galata Kulesi Alm. Galata-Turm (m), Fr. La tour Galata, İng. Galata Tower. İstanbul’da, Galata semtinde bulunan tarihi kule. Kule 14. yüzyılda Galata´ya yerleşen Cenevizliler tarafından, 1348 yılında bölgelerini yabancılara karşı korumak amacıyla, Galata surlarına ek olarak yaptırılmıştır. Galata surlarının baş kulesidir. 16. yüzyılda Kasımpaşa tersanesinde çalıştırılan esirler için zindan olarak kullanılmış, daha sonraları tersanenin ambarı haline getirilmiştir. İlk uçan Türk olan Hezarfen Ahmed Çelebi, ünlü uçuşunu Galata Kulesi´nden yapmış ve Üsküdar´a kadar uçmayı başarmıştır.
Galata Kulesi, dünyanın en eski kulelerinden biridir. 528 yılında Bizans İmparatoru Justinianus hükümdarlığı sırasında yapılmıştır. 13. yüzyılda Cenevizliler tarafından kullanılmıştır. 1453´te Fatih Sultan Mehmet´in İstanbul´u fethi birlikte Osmanlı İmparatorluğu´nun yönetimine geçmiştir.
Yerden, çatısının ucuna kadar olan yüksekliği 77,25 metredir. Yapılan statik hesaplamalara göre kulenin ağırlığı yaklaşık 10.000 tondur. Duvarlarının kalınlığı ise 3,75 metredir. Derinliğinde bulunan çukurların altındaki kanalda birçok kafatası ve kemik bulunmuştur. Orta boşluğun bodrumu zindan olarak kullanılmıştır. Kulenin kalın gövdesi işlenmemiş moloz taşındandır.
Kız Kulesi, tarih içinde gözetleme kulesi, deniz feneri olarak kullanılmış, Boğaz girişini belirten bir mihenk noktasıdır. Geçen yüzyıldaki görüntüsünü koruyan kule turizme tahsis edilmiş lokanta ve seyir balkonu ile servis vermektedir. Batı kaynakları yanlış olarak burayı sevgilisi Hera’ya kavuşmak için yüzerken boğulan Leander’in kulesi olarak isimlendirmiştir. Bu olay mitolojik hikayede Çanakkale Boğazında geçmiştir.
Kız Kulesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı´nın Marmara Denizi´ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş yapı.Tarih içinde gözetleme kulesi, deniz feneri olarak kullanılmış, Boğaz girişini belirten bir mihenk noktasıdır. Geçen yüzyıldaki görüntüsünü koruyan kule turizme tahsis edilmiş lokanta ve seyir balkonu ile servis vermektedir. Batı kaynakları yanlış olarak burayı sevgilisi Hera’ya kavuşmak için yüzerken boğulan Leander’in kulesi olarak isimlendirmiştir. Bu olay mitolojik hikayede Çanakkale Boğazında geçmiştir. Bir diğer mit’e göre de burası, kızının yılan tarafından sokulacağını rüyalarında gören İmparatorun emniyette olması için genç kızı yerleştirdiği kule idi. Meyve sepeti içinde gelebilmiş bir yılan trajediye sebep olur.
Yerebatan Sarnıcı İstanbul´da eskiden kalma büyük sarnıçtır. Yerebatan Sarayı adıyla anılan Bazilika Sarnıcı, İstanbul´da Ayasofya ile Cağaloğlu arasında bulunan büyük bir sarnıçtır. Günümüzde de içinde su bulunan bu büyük kapalı sarnıç, kentin su ihtiyacını karşılamak üzere îlkçağ´da yapılmıştı.
İstanbul, tarihin bütün çağlarında güçlü devletlerce hep ele geçirilmek istendiği için Bizans imparatorları kentin birçok yerinde sarnıçlar yaptırarak kuşatma sırasında halkın su ihtiyacını karşılarlardı. Yerebatan Sarnıcı, VI. yüzyılda imparator İustinianos tarafından yaptırıldı. Sarnıcın suyu 19 km uzaklıktaki Belgrat ormanından Cebeciköy Kemeri ile getiriliyordu. Sarnıç, Osmanlı devrinde de uzun süre hizmet görmüştür. Yerebatan, oldukça büyüktür: uzunluğu 140 m, genişliği 70 m, yüksekliği 8 m. Bu boyutların içi yaklaşık olarak 80,000 metreküp demektir. Sarnıcın üstü kapalı olduğu için tavanı tutmak üzere 12 sıra halinde 4´er metre aralıkla dizilmiş 336 sütun bulunmaktadır. Sütunların boyu 8 metredir.
Haydarpaşa Garı, 1908´de İstanbul Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilen tren garı.
Devrin Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit döneminde 30 Mayıs 1906´da tarihinde başlanmış. 1908 ise hizmete girmiş. Binanın bulunduğu sahaya III. Selim´in paşalarından Haydar Paşa´nın adı verilmiş. Binanı inşaatı, Anadolu Bağdat adı altında bir Alman şirketi gerçekleştirmiş. Ayrıca bir Alman´ın teşebbüsüyle garın önünde mendirek inşa edilerek Anadolu´dan gelecek veya gidecek vagonların ticari eşyasını yükleme ve boşaltma edebilecek tesisler yapılmış. İki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Conu hazırlanan proje yürürlüğe girmiş. Alman ustalarla İtalyan taş ustaları birlikte çalmışmış. Birinci Dünya Savaşı sırasında gar deposunda bulunan cephaneler 1917´de yapılan bir sabotajla çıkan yangın sonucu binanın büyük bir bölümü hasar görmüş. Yeniden onarılan bina bugünkü şeklini almış.
1979´da ise Haydarpaşa´nın açıklarında Independente adlı tankerin bir gemiyle çarpışmasıyla sıcaktan ve patlamadan dolayı binanın O Linneman adlı ustanın yaptığı kurşun vitraylar hasara uğramış. Aslına uygun olarak yeniden onarılan bina, 1976´da geniş çapta onarılarak 1983´ün sonunda dört dış cepheyle iki kulenin restorasyonu tamamlanmış.
Gülhane Parkı eskiden Topkapı Sarayı’nın “Has Bahçe” lerinden biriydi. Ulu ağaçlar, güller, laleler, bin bir çiçek bu bahçeyi süslerdi.
1839’da Mustafa Reşit Paşa’ nın Tanzimat Fermanı’nı okuduğu Gülhane daha sonraları ihmale uğramış, Padişahların Dolmabahçe Sarayı’na taşınması, daha sonra Avrupa demiryolunun Sirkeciye Sarayburnu’ ndan geçerek gelmesi üzerine parkın ağaçları, köşkleri sökülüp yıkılmış, burası garip bir eğlence yerine dönerek “Bitli Kağıthane” adını almıştı.
Haliç’teki Kağıthane (eski devirlerde Sadabad’ı), şehrin kalabalık bölgelerinden oldukça uzak bulunduğu için gene gözde bir gezme yeri olarak kaldığı halde, İstanbul’un kalabalık semtlerine yakın olan Gülhane Parkı her çeşit halkı çekiyordu. O zamanlar tatil günü olan Cuma günleri ahali yemeklerini alarak çoluk çocuk eğlenmeye, dinlenmeye geliyordu. Gülhane Parkı bugün İstanbul yakasının en bakımlı en büyük parkı olarak halkın yararına sunulmuş bulunmaktadır.
Dolmabahçe Sarayı, Avrupa sanatı üsluplarının bir karışımı olarak 1843-1856 yılları arasında inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecit’in mimarı Karabet Balyan’ın eseridir. Osmanlı Sultanlarının her devirde birçok sarayı bulunurdu. Ancak esas saray olan Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayının tamamlanmasından sonra terk edilmiştir. Dolmabahçe Sarayı 3 katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu vardır. Denizden 600 metrelik bir rıhtımı,kara tarafında ise birisi çok süslü 2 abidevi kapısı vardır. Bakımlı ve güzel bir bahçenin çevrelediği bu sahil sarayının ortasında, diğer bölümlerden daha yüksek olan tören ve balo salonu yer alır.
Sarayın giriş tarafı Sultanın kabul ve görüşmeleri, tören salonunun diğer tarafındaki kanat ise harem bölümü olarak kullanılmıştı. İç dekorasyonu, mobilyaları, ipek halı ve perdeleri ve diğer tüm eşyası eksiksiz olarak, orijinaldeki gibi günümüze gelmiştir. Dolmabahçe Sarayı mevcut hiçbir sarayda bulunmayan bir zenginlik ve ihtişama sahiptir. Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı sanatkarlarının resimleri ve tonlarca ağırlığında altın süslemeleri ile dekore edilmiştir. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir. Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Meşhur Hereke ipek ve yün halıları, Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilidirler.
Haliç ve Boğaziçi’nin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların bir çoğu yok olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan’da 1910 yılında yanmıştı. Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştı. 4 yılda 4 milyon altına mal olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Taş işçiliğinin üstün örnekleri sütunları zengin döşenmiş, mekanlar tamamlardı. Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü.
Boğaziçi’nin diğer sarayları gibi Çırağan’da bir çok önemli toplantıya mekan olmuştu. Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi. Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile 5 yıldızlı, güzel bir sahil oteline dönüştürülmüştür.
Beylerbeyi ve çevresinin yerleşim alanı olarak kullanılması tarihte oldukça gerilere, Bizans dönemine kadar gitmektedir. 18. yüzyılda yaşamış olan ünlü gezgin İnciciyan’a göre, Büyük Kontstantinus’un diktirdiği bir haçtan dolayı Bizans döneminde “İstavroz Bahçeleri” adıyla anılan yöre, Osmanlılar döneminde Padişahların Has Bahçeleri’nden biri olarak kullanılmıştır. Yine İnciciyan’a göre buraya “Beylerbeyi” adının verilişi, 16. yüzyılda Beylerbeyi Mehmed Paşa’nın burada bulunan köşkünden kaynaklanmaktadır.
Çeşitli dönemlerde padişahların ilgisini çeken Beylerbeyi, yaptırılan kimi köşk ve kasırlarla yazlık olarak kullanılan bir niteliğe kavuşmuş, 1829 yılında Sultan II. Mahmud’un yaptırdığı ahşap Sahil Sarayı ile yeni bir hareket kazanmıştır.
Bugünkü Beylerbeyi Sarayı, Sultan Abdülaziz tarafından II. Mahmud’un ahşap Sahil Sarayı yıktırılarak 1861-1865 yılları arasında, dönemin tanınmış mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştır. Saray genellikle yaz aylarında, özellikle de yabancı devlet başkalarının ağırlanmasında kullanılmıştır. Sırp Prensi, Karadağ Kralı, İran Şahı, Fransız İmparatoriçesi Eugenie bunlardan bazılarıdır. Sultan II. Abdülhamid de 1918 yılında, ömrünün son altı yılını geçirdiği bu sarayda ölmüştür.
Yıldız Sarayı ünlü Osmanlı saraylarından. İstanbul’da, Beşiktaş ile Ortaköy arasındaki tepededir. Burada Yıldız Sarayından başka pekçok köşk ve kasır vardır. Bütün bu yapılar Beşiktaş’a oradan da Ortaköy’e kadar uzanan beş yüz bin metre karelik bir sahayı kaplar. Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında bir av yeri olan bu saha üzerinde ilk inşa edilen saray, Sultan Üçüncü Selim zamanında annesi Mihrimah Valide Sultan için yapıldı. Babası için de şimdi sarayın has bahçesinde bulunan bir çeşme inşa edilmişti.
Boğaziçi’ne hakim tepeler ve vadileri kaplayan geniş alan üzerine serpiştirilmiş, yüksek duvarların çevrelediği avlular içerisinde köşkler, bahçeler kompleksidir. İstanbul’un bu ikinci büyük sarayı günümüze değişik hizmetlere ayrılmış, bölünmüş durumu ile gelmiştir. Hep saray kullanımında olan 500 bin metre karelik koruda 19 yy. başlarında yapılan ilk köşkü diğerleri takip etmiş ve Sultan II. Abdülhamit’in şüpheci şahsiyeti buraları daha emniyetli kabul edince, şimdiki halinde gelişmiştir. Sultan 33 yıllık saltanatında, şehir içinde şehir gibi olan bu korunaklı sarayı resmi dairesi ve haremi olarak kullanmıştı. Geçit ve kapılarla ayrılmış avlularda köşkler, havuzlar, seralar, kuşhaneler, atölyeler ve hizmetli binaları yer alırdı. İki ana girişi yanında birer küçük ve şirin camii bulunur. Zaman içerisinde Harp Akademileri için kullanılan binalar boşaltılmış, kuzey sınırındaki askeri tesisler halen aynı maksatla kullanılmakta, diğer bölümler ise Yıldız Teknik Üniversitesi, Belediye, Milli Saraylar idaresi, İslam Tarihi Sanatları ve Kültürleri Araştırması Organizasyonuna tahsislidirler.
Roma ve erken devir Bizans sarayları , şehrin merkezinde Hipodrom civarında bulunurdu. 7-8 yy. itibaren Haliç kıyılarından tepeye devam eden surlara bitişik bölümde, geniş bir alana yayılmış Blakhernai saray kompleksi, fethe kadar kullanıldı. Sarayın günümüze gelen tek pavyonu, surlara bitişik inşa edilmiş Tekfur sarayıdır. Çatısı olmayan 3 katlı yapı 12yy .da inşa edilmişti. Önünde küçük bir avlunun bulunduğu renkli cephe, taş ve tuğla sıraları ile dekorludur. Pencere üstlerinde süs kemerleri sıralıdır. Pavyonun giriş katı, şehir surlarına bitişik olup 4 büyük kemerler avluya açılır. 18.y.y’da bir süre çini atölyesi olarak kullanılmıştı.
İstanbul´un Edirnekapı ile Haliç arasındaki kara surlarına bitişik olarak inşa edilmiştir. Araştırmalara göre, 13. yüzyıla ait olduğu belirtilir.
Bizans İmparatorlarının ikinci saray kompleksi Edirnekapı yakınlarında bulunan Blakhernai Saray kompleksidir. Bu yapı grubundan günümüze sadece bir pavyon ulaşmıştır. Tekfur Sarayı adı ile tanınan bu yapı, Bizans sarayları hakkında fikir veren bir örnektir. Eski adı ve yapılışı tarihi kesin olarak bilinememekle birlikte, 12. yüzyılın ikinci yarısına ait olduğu düşünülebilir. Yapı, Bizans Latinlerden geri alındıktan sonra onarım görmüş ve bu esnada yapıya bazı kısımlar da eklenmiştir.
Büyükada Eski adı Prinkipo´dur. Prinkipo, Yunanca "büyük" demektir. Troçki´nin bir dönem sürgün yaşadığı Büyükada İstanbul Adaları´nın en büyüğüdür. Yüzölçümü 5,4 kilometrekaredir. Maltepe sahiline uzaklığı ise 2300 metredir. Adalar´da, biri güney, diğeri kuzeyde olmak üzere iki tepe bulunur. Güneydeki tepe, 203 metre yükseklikteki Yücetepe´dir. Kuzeydeki tepe ise isa Tepesi´dir. Ada´nın en yüksek tepesinde Aya Yorgi kilise ve manastırı bulunmaktadır. Buradaki ilk yapı, miladi 6. yüzyılda inşa edilmiştir. Bu mevkide, bir çok kilise ve manastırın kalıntıları da vardır. Bunlardan bazıları bugüne kadar ulaşmış, bazıları yıkıntı olarak kalmıştır..Isa Tepesi´nde ise Hristos Kilise ve manastırı bulunmaktadır. Kumsal semtindeki Ayios Dimit-rios Kilisesi de Ada´nın önemli dini yapılarındandır.
Adadaki Ortodoks cemaat, büyük ayinlerini burada yapar. Bü-yükada´da bulunan 4 camiden mimari bakımdan en dikkat çekeni 2. Abdülhamid tarafından yaptırılan Hamidiye Cami´dir. Mimari açıdan batı etkisinde inşa edilmiş bulunan mekan, Ada Cami sokağında bulunmaktadır. Görülecek mekanlara gelince, Leon Troçki´nin, Lenin tarafından kovulunca Türkiye´ye gelip yaşadığı ev ve Aya Yorgi Manastır ve Kilisesi´nin özel bir yeri var: Her yıl 23 Nisan ve 24 Eylül günlerinde sayısız mü´minin -her dinden insan var aralarında- 200 metrelik bu tepeyi soluksuz tırmanıp kiliseye ulaştığını ve inancı doğrultusunda dua ettiğini, niyet tuttuğunu ya da şifa umuduyla siyah cüppeli bir Ortodoks papaza kendisini okuttuğunu görebilirsiniz- ki bu kişiler arasında Islami kabul edilen giysiler içindeki kadın ve erkekler de azımsanmayacak bir yüzde oluşturur. olmuştur.
İstanbul 1453’te Fatih Sultan Mehmed’in şehri kuşatmasından önce de birçok kuşatmaya uğramıştı. Şehri çevreleyen Roma devri surları bütün önceki kuşatmaları durdurabilmişti. Çok uzun süren kuşatmalarda şehrin ihtiyaçları deniz yolu ile takviye edilirdi.
İstanbul Sarıyerde bulunan Rumeli Hisarı, 30 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. Anadolu Hisarının karşısında İstanbul Boğazının 600 metrelik en dar ve akıntılı kısmında, uzaktan bakıldığı zaman eski harflerle ´´Muhammed biçiminde okunacak şekilde inşa edilmiş bir hisardır. 90 gün gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir.
Rumelihisarının adı Fatih vakfiyelerinde Kulle-i Cedide; Neşri tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak geçmektedir. Deniz güvenliğini sağlamak için en dar noktadadır.
Kapalı Çarşı dünyanın en eski ve büyük kapalı çarşısı İstanbul şehrinin merkezinde yer alır. Dev ölçülü bir labirent gibi, 60 kadar sokağı, üç binden fazla dükkanı ile Kapalı çarşı, İstanbul’un görülmesi gereken, benzersiz bir merkezidir. Adeta bir şehri andıran, bütünü ile örtülü bu site zaman içerisinde gelişip büyümüştür. 15 yüzyıldan kalan kalın duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonraki yüzyıllarda, gelişen sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak bir alış veriş merkezi haline gelmiştir. Geçmişte burası her sokağında belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da, el işi imalatının sıkı denetim altında bulundurulduğu, ticari ahlak ve törelere çok saygı gösterilen bir çarşı idi. Her türlü değerli kumaş, mücevherat, silah, antika eşyalar, konusunda nesillerce uzmanlaşmış aileler tarafından, tam bir güven içinde satışa sunulurdu. Geçen yüzyılın sonlarında deprem ve birkaç büyük yangın geçiren Kapalı Çarşı eskisi gibi onarılmışsa da, geçmişteki özellikleri, yozlaşarak değişikliğe uğramıştır.
Eskiden esnafa olan güven duygusu halkın birikmiş parasını, bir banka gibi onlara verilmesine ve işletilmesine neden olurdu. Günümüzde birçok sokaktaki dükkanlar fonksiyon değişikliğine uğramıştır. Yorgancılar, terlikçiler, fesçiler gibi meslek grupları sadece sokak ismi olarak kalmıştır. Çarşının ana caddesi sayılan sokakta çoğunlukla mücevher dükkanları, buraya açılan yan bir sokakta altıncılar bulunur.
Eminönü´nde Yeni Cami´nin arkasında ve Çiçek Pazarı´nın yanındadır.İstanbul´un en eski kapalı çarşılarından olan Mısır Çarşısı 1660 yılında Turhan Sultan tarafından yaptırılmıştır.Mimarı Kazım Ağa´dır.Çarşı son olarak 1940-1943 yılları arasında İstanbul Belediyesi tarafından restore edilmiştir.aktarlarıyla meşhur bu çarşıda halen tabii ilaçlar,baharat,çiçek tohumları,nadirbitki kök ve kabukları gibi eski geleneğine uygun ürünlerin yanısıra,kuruyemiş,şarküteri ürünleri, değişik gıda maddeleri yer satılmaktadır.Pazar günleri kapalıdır.
Eyüp Sultan Camii, İstanbul´un fethinden 5 yıl sonra 1458 yılında inşa edilmiştir. Camiden önce yanında inşa edilmiş olan Eyüp Sultan Hazretleri´nin Türbesi´nin yer alması bu caminin önemini vurgulamaktadır. Külliye yapısı olarak inşa edilen camii, İstanbul’un Haliç kıyısının ucundaki Eyüp semtinde bulunmaktadır. Arapların İstanbul’u kuşatması sırasında şehit olan ve İslamiyeti ilk kabul edenlerden biri olan Hz. Eyyub El-Ensari’nin kabrinin bulunduğu yerdedir. Yapı cami, medrese, aşhane, hamam ve türbe gibi birimlerinin olduğu, büyük bir tarihi eserdir. Zaman içerisinde iyice harap olan camiyi III. Selim minareleri ve temelleri hariç tamamen yıktırmış ve yeniden yaptırmıştır. 1798’de başlayıp 2 sene süren yapım çalışmaları sonunda ise cami günümüzdeki halini alır.
Eyüp Sultan Camii´nin ilk inşa edildiği zamanki mimari özellikleri tam olarak bilinememektedir. 1766 yılında gerçekleşen depremde bu yapı çok büyük hasar görmüştür. Caminin onarımının istenmesine karşılık yapı temeline kadar yıkılmış ve 1215 yılında tekrar inşa edilmiştir. Daha sonraları 1823 yılında düşen yıldırım ile minareler büyük zarar görmüştür. Eyüp Sultan Camii son onarımını Adnan Menderes´in talimatıyla görmüştür. Bugünkü caminin sahnı, sekizgen bir kasnağa oturan 17,5 m çapındaki bir kubbeyle örtülüdür. Bu kasnak birbirlerine kemerlerle bağlanmış altı serbest sütuna ve mihrap duvarının içinde kalan iki ayağa oturmaktadır. Ana kubbe kasnağın sekiz yanından birer yarım kubbeyle çevrilmiştir.
Miniatürk’te, binlerce tarihi eser arasından, bilinirliğine, dönemini temsil yeteneğine göre Türkiye ve Osmanlı coğrafyasından seçilen 62 eser İstanbul’dan, 60 eser Anadolu’dan ve 13 eser bugün Türkiye sınırları dışında kalan Osmanlı coğrafyasından olmak üzere 135 mimari eserin, 1/25 oranına küçültülmüş minyatür modellerine yer verildi.
Miniatürk, Türkiye ve Türk kültürü ile sınırlanmayan, Anadolu’yu Anadolu yapan tüm değerlerle birlikte, yakın coğrafyadaki bütün bir yaşanmışlığın izlerini taşıyor. Altın Boynuz’a 3 bin yıl öncesine dek uzanarak, barış ve hoşgörünün, adaletin hüküm sürdüğü uygarlıkların bıraktığı izler bu parkta bir araya getiriliyor.
Bir yanda kervansaraylar, külliyeler, medreseler, köprüler, garlar, iskeleler, kaleler, surlar, türbeler, camiler, kiliseler, sinagoglar, saraylar, yalılar, dikilitaşlar, anıtlar, heykeller diğer yanda Pamukkale’den Peri Bacaları’na dünyada eşi olmayan doğal oluşumlar, uzman bir ekip tarafından, titiz bir çalışmayla seçildi.
Alanda ayrıca, Anadolu’da inşa edilen ve bugün yerinde olmayan, dünyanın antik çağdaki yedi harikası arasında sayılan Artemis Tapınağı ve Halikarnas Mozolesi de sergilenmekte.
Haliç´in o ünlü panaromasının seyredilebildiği en iyi bölge olan bu sırtlara çıkıldığında; ünlü Fransız yazar Pierre Loti´nin adını taşıyan Kahve´ye ulaşılmaktadır. İstanbul´da uzun dönemler yaşayan ve gerçek bir İstanbul aşığı olan Pierre Loti´nin asıl adı "Julien Viaud´dur". Tarihi Kahve, bahsi geçen eşsiz manzaranın seyredilebildiği en ideal yerdir.
Türkiye´yi ikinci vatan olarak gören Pierre Loti´nin o dönemde, "Rabia Kadın Kahvesi" olarak bilinen bu kahveye sık sık gelerek Haliç´e karşı "Aziyade" adlı romanını yazdığı söylenir. Bugün restore edilerek orijinal "Türk mahallesi" halinin yaşatıldığı bölge, turistik tesis olarak hizmet veren mekanlardan oluşmaktadır. Bölge, Evliya Çelebi´nin Seyahatnamesi´nde, "İdris Köşkü Mesiresi" olarak geçmektedir.
19. yüzyılda İstanbul´a gelen hemen bütün yabancıların ve seyyahların da uğrak yeri olan Pierre Loti´nin etrafında birçok tarihî yapı bulunmaktadır. 1813 yılında tarihlenen, iki kitabeli ahşap Kaşgari Tekkesi bunlardan biridir. Yine tesisin girişindeki üç yol ağzında, önünde Farsça yazılmış beyaz yuvarlak bir mezar taşı bulunan yapı da, Çolak Hasan Tekkesi´dir. Tekke´nin sırasındaki tarihi bina ise bir Sıbyan Mektebi´dir. Osmanlı tarihi yazarı da olan İdris-i Bitlisi tarafından yaptırılan Mekteb´in hemen önünde ve tesis alanının içinde ise, 1589 yılında vefat eden "İskender Dede" ismindeki bir Mevlevi´nin kabri bulunmaktadır.
Çamlıca Tepesi, Üsküdar’da gezilecek yerler arasında en popüler olan yerlerden birisidir. 260 metrelik tepede muhteşem İstanbul manzarası eşliğinde güzel bir dinlence keyfi sürmek mümkündür. Sabah kahvaltıları ve akşam yemekleri için idealdir. İstanbul’un en güzel ve en yüksek mekanlarından biri olan Çamlıca, “Büyük Çamlıca” ve “Küçük Çamlıca” olarak ikiye ayrılmaktadır.
Bunlardan en popüler olanı Büyük Çamlıca deniz seviyesinden yaklaşık 265 metre yüksekliktedir. Daha az popüler olan Küçük Çamlıca ise ağaçlarla kaplı ve yine manzarası çok güzel. Çamlıca Tepesi’nde Osmanlı tarzında bir kahve, bir restoran ve bir piknik yeri mevcuttur. Büyük Çamlıca Tepesi’nde bulunan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çamlıca Sosyal Tesisleri; Çamlıca Tepesi’nin en popüler mekanı.
Çamlıca Tepesi ayrıca Avrupa’dan Afrika’ya göç eden büyük gövdeli göçmen kuşların Eylül ve Ekim aylarında uğrak noktası. İstanbul’da göçmen kuşların en net ve en uzun süreli olarak gözetlenebildiği tek yer Çamlıca Tepesidir. Kuş gözlemcileri için İstanbul’da güzel bir aktivite.
Emirgan Korusu, İstanbul´da Sarıyer ilçesi´nde yer alan bir korudur. İstanbul Boğazı kıyılarında, Emirgan-İstinye semtleri arasında yer alır. İstanbul Boğazı kıyısında, 47.2 hektarlık bir alanda sırtlar ve yamaçlar üstüne yayılmıştır. Çevresi yüksek duvarlarla çevrilmiş durumdadır. Koru, 17. yüzyılda Osmanlı padişahı IV. Murad tarafından İranlı Emir Güne Han´a armağan edilmiştir. Daha önce Feridun Bahçeleri olarak anılan bölge bundan sonra Emirgan Korusu olarak anılmaya başlanmıştır.
Yüzyıllar boyunca pek çok kez el değiştirmiş, 19. yüzyılda Osmanlı Padişahı Abdülaziz tarafından Mısır Hıdivi İsmail Paşa´ya verilmiştir. 1871-1878 yılları arasında koru içinde 3 köşk yaptırılmıştır. Günümüze de ulaşan bu köşkler Sarı Köşk, Pembe Köşk ve Beyaz Köşk olarak adlandırılmaktadır. 1940 yılında dönemin İstanbul belediye başkanı Lütfi Kırdar´ın girişimiyle kamulaştırılıp park olarak düzenlenerek halka açılmıştır. 2006 yılından itibaren her yıl Nisan ayında Lale Festivali düzenlenmektedir.